Gözünü devirme diyorlar, söylenenler doğru. Her ne kadar inanmak istemediysen de seni bugün merak ettik diyorlar. Merakın ne demek olduğunu tam anlatamayacak olsak da yaşıyoruz ve hissediyoruz diyorlar. Anlayamadıklarımızı hatta daha iyi anlıyoruz diyorlar. Daha da iyi. Çok daha iyi.
Bizim zaten hiçbir şey anlatmıyor olmamız gerekir diyorum, hiçbir yerde oturan hiçbir insana. Geçmiş, ona sözümüzü geçirebiliyormuşuz gibi gözükse de, her söz geçmişin de içinden geçerek eninde sonunda ona karışmaya meyillidir, diyorum.
Ölünce tüm dünyayı çevreleyen koskoca bir toprak kütlesine karışacağımızı düşünürdüm. Ta ki mezarlıkların mermer kutularına ve kutuların yerdeki betonla birleştiği noktalara daha dikkatli bakıncaya kadar. Ölünce arkamızda en azından bazı cümleler bırakabiliriz diye düşünürdüm. Ta ki dedemin mezar taşından silinen mürekkebi daha iyi anlayana kadar. Ta ki hiçbir yağmurun silemeyeceği hiçbir mürekkebi bulamayana kadar.
Söylenen her şey dolayısıyla hiçbir yere yazılamaz. Ama kırtasiyeler yine de kapatılmaz. İnsanlar en sevdikleri kalemin farklı renklerini satın almaya, en sevdikleri kağıt dokusundan da iyisini aramaya devam ederler. (Devam ediyor olmamız gerekir.) Bulamadıkları her gün de hayat başka şeylerle gelir insanlara, hayat insanlara gelir. Kağıdımızı bulsak ve en sevdiğimiz kalemin de hayal edilebilecek tüm renklerini 49.99’a alsak, yine de arayacak başka şeyler bulmamız gerekir. Hayat her gün sanıldığı kadar güzel değildir. Bunu diyerek bu sanrıların içinden çıkılabilir ve hayat çok güzeldir diye bir şey bir kalemle bir kağıdın üzerine pekâla yazılabilir. Yazılan hiçbir şey doğru olmak zorunda değildir. Ama burada yazılanlar doğrudur, diyorum.
Tesadüfler vardır. Onların birer tesadüf olup olmadığına yalnızca insanın kendisi karar verebilir. Keza dört yol ağzında nereye sapacağına, o gün ne giyeceğine, ve bugüne kadar hayatı ne kadar güzel bulduğuna.
2 Mart 2025, 26 yaşıma giriyorum. Bugüne kadar hayat çok güzeldi. Bugünden sonrası için de çok güzel olmaya devam etmesi için ne yapmam gerektiğini teknik olarak bilmiyorum. Ve 26 yılın bazı vakitlerinde “hayat güzel mi şimdi?” diye sorulsaydı dolu dolu bir “evet!” bile diyemeyebilirdim. Bugüne kadar teknik olarak ne yapmam gerektiğini bilmemiş oluşuma ve yine de çok güzel olmuş oluşuna güvenmeye devam ediyorum. İşte dolayısıyla belki de biliyorum ne yapmam gerektiğini.
Bildiğimiz şey, her an başına düşen kadar olacak ancak. 1 an her seferinde yalnızca 1 tane şeye mi tekabül eder bilemiyorum fakat benimkiler sayıca biraz azalıp içerik bakımından derinleşebilirlerse biraz rahatlayacağım. Böyle diyorum bugün. Dün bambaşka bir yere doğru hareket ediyordum, bugün bambaşka bir yerdeyim. Yerleri yönleri yan yana koyup karşılaştırmıyorum artık. Hangi başkalar birbirine denk gelir ölçmeye çalışmıyorum. Doğduğumuz gün, hareketimizin hatırlatıcısı olsun sadece. Başka bir şey söylemesin bize. Gerçi upuzun bir masada oturan bir sürü insan tarafından merak edildiğini bilmek, sevildiğini hissetmek de güzel. Siz nasıl sevileceğinizi seçemeyeceğimizi kaç yaşınızda anladınız?
Hareketimle birlikte hiç hayalini kurmadığım başkalıklarda buluyorum kendimi, hareketimde buluyorum başkalaşmayı. Şaşırtıcı bir şekilde dövmelerim bile bir başka bugün. Bakın hareketin başkalaştırmadığı bir mürekkep bile yok diyorum. Aramayın boşuna. Doğmanıza bakın siz. Doğmalara doyamayalım. Doymayalım ki hep ertesi güne uyanalım. Daha çok arayalım. Daha çok araşalım. Daha çok işteş fiil. Daha fazla işteşlik içinde bulalım kendimizi. İş bölümü yapalım. İşimizi yapalım. Affedelim mesela, birbirimizin üzüntülerini taşıyalım. Taşışalım. Tanışalım. İsteyen olursa daha çok tanışalım. Biz de isteyelim. Tartışalım. Kıralım dökelim. Taşalım. Duralım. Daha çok duralım birlikte. Yan yana. Duruşun kendisi olalım. Hareketin içindeki duruş kadar bilge ve dingin olalım. Duruşun içindeki hareket kadar zıpır, taşkın, oyuncu ve geçici olalım. Artık oyunlar oynamayalım çünkü 26 yaşındasın. Oyunlarını yeni pastel boyalarınla, sokaktaki direkle, veya otobüste kulağımdaki müzikle oynarsın. Birbirimizle oynamayalım artık demek istiyorum yani. Kandırıkçılık yapmayalım. Mızıkçılık veya. Yapsak da birbirimize bakalım, pardon: birbirimizle bakışalım. Ve bakınca görebilelim nereden geldiğimizi, nereye gidiyor olduğumuzu, istersek beraber yapalım bunu, bakışma meselesini yani, yürüme meselesini, durma meselesini, hareket meselesini, büyüme meselesini, birlikte yapılacağı için küçülme meselesini, kutlama meselesini, tek başımıza yapalım, şu yüceltilmiş bireyciliğe kanmadan yine de tek başlarımıza kutlayabilelim. Kimin doğumgünüyse onun ağzından kazara çıkan tükürük aromasıyla yiyelim pastayı. Bir günlüğüne bile olsa. Çünkü bugün kendimizi, yarın başkasını. Bugün kendimiziz, yarın bir başkası. Başka olsun her şey, dünden bugüne, yaş aldım ben, doğduğumdaki kadar nemliyim hala, yaş pasta, ve şu yaş meselesi var ya gözlerin, yaşam, yaşam, yaşam diye bir şey bir kalemle bir kağıdın üzerine pekâla yazılabilir.