Bu nüsha Haziran-Aralık 2024 sanatçıları arasında yer aldığım SAHA Studio 8. dönem çalışmalarım bünyesinde yazılmıştır.
Bu hafta adamlar hakkında yazıyorum; bir köşede zihnimde yazdığım ama onların sonradan yalanladıkları, diğer köşede ise daha önce aklımın ucundan dahi geçmemiş ama yeni bilgi olarak yazıp elime tutuşturdukları.
Artık kimse yazmıyor adamları. Kimse ilgilenmiyor adamlarla.
Ara dönem açık stüdyo günlerine yaklaşıyoruz. Yüzeye oyulu dağlar, kağıtlara yazılı listeler, duvarlara çakılı çiviler, tırnaklar arasında kalmış yağlı pasteller, havada uçuşan sunta tozu, matbaalar google search, depoya eşya taşımam ve her şeyi biraz daha otobiyografikleştirmem lazım.
Işıkları her şey yerleştikten sonra ayarlayacağım. Veya her şey yerleşirken paralel götürmeyi seçtiğim bir süreç de olabilir ışıklar.
Bu hafta bazı insanlar duyduklarından memnun değiller. Düşünüyorum, çok mu susuyoruz bazen?
Beni her düşündüğümü söyleyebileceğime ikna eden benim. Problem, çok da zor ikna olmuyorum. Algıladığımla gerçek olanın arasındaki boşluğu iki tane tek kişilik yatağı çift kişilik bir yatağa dönüştürürcesine kapatıyorum. Boyutuna ben karar veriyorum. Bazı şeyleri yazabilmek için bu boşlukları görmezden gelebilmek önemli diye inanıyorum. Ama üzerinde fazla tepinirsen o yatakların birleştirildiği yerden ayrılacağı, belki kırılacağı aşikar. Ne de olsa hem yataklar, hem de sen başka bir şeyi taklit ediyorsunuz. Bunu asla kimseye itiraf etmezsiniz. Belki yazı bittikten sonra.
Elbette ki tepiniliyor bu yataklarda. Elbette ki kırılıyor ve ayrılıyor yataklar. Kendim kapattığım boşlukla bakışırken, düşünüyorum, çok mu konuşuyoruz bazen?
Bugünü Pazartesi zannetmem gibi mesela.
Veya bir Salı günü geç kahvaltı etmişsem sokakta birinin yanından geçerken “İyi Pazarlar” demem gibi.
Pazar günü, semantik bir problem.
Seçebileceğin tüm şeyler arasında şimdiyi seçmeye anda kalmak denir. Sadece adı böyledir. Akıntı öylesine güçlüdür ki, kendi kendimize yarattığımız imgelerden bile sürekli kaçarız. Akıntı zaten hareket halindedir. Yapmamız gereken yegane şey durmak olduğu halde kaçma ve kovalama eylemlerini akıntıya biz yakıştırırız. Zaten onun adı da akıntı değildir. Bir zamanlar, ben çok acı içindeyken -bir şeyin tam da içindeyken işte, dışına çıkmaya, kaçmaya çalışmıyorken- akıntıyı durup izlediğim yerden onun tasviri, kelimeleri, anlamı, ifadesi, çevirisi üzerine yoğun bir şekilde çalışabilmiştim. Mevzu acı bile olmuş olsa olanı kabullendiğin noktada -ki kabullenmemek için elimize çok fazla sebep verilmiştir- ona kelimeler üflemek, veya onun üflediği kelimeleri yan yana getirmek çok kolaydır. Kolay değil, doğaldır. Seyir halinde ayağa kalkmamak gerektiği gibi, seyir haline bir yere tutunmak da önemlidir. Seyir halindeyken seyir halinde olduğunu anlamak her şeyi değiştirebilir.
Yazarak bir yere varılamayacağı gerçeğini, sözlük objesinin varoluşu açıklar. Kelimelerin başka kelimelerle açıklanması gereken bir düzlem, anlam dolaşıklığını bize gösterse de, ve bu çok romantik gözükse de, semboller gerçeğin karşısında sembol olmaktan öteye geçemez. Anlam, anlam olmaktan öteye geçemez.
Dağ gerçekte olan ise, dağı anlatmak, dağa bakarak eteklerinde dolaşmak gibidir.
Sözlüğün kendi içindeki döngüsü, dağın eteklerinde yapılacak çok keyifli bir yürüyüş, kendi kuyruğunu kovalayan bir hayvan, kendi varlığına başvuran, kendi varlığından bahseden, kendi varlığıyla ilgilenen bir sanat işi.
27-28 Eylül tarihlerinde, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı 5. blok’ta yer alan SAHA Studio, kapılarını benim adıma bu sorular etrafında açacak.
Görüşmek dileğiyle,
çok düşündüğümüz için
evrenin birimi enerji,
yine de hala bir resim karşılığında karnımız doysa
veya güzel ayakkabılar edinebilsek
iyi olabilirdi.